11/25/2009

TİK TAK TİK TAK...



Tik tak tik tak tik tak tik tak...
Genelde çelikten yapılmış kadranın içerisindeki dişlilerin dünyasından gelir bu ses. Akrep ve yelkovan sizi beklemeksizin devam eder işine. Saniyeler durmadan ilerler, siz uyuduğunuzda bile. Hayatını düzene sokmak için zaman kavramını yaratmış olan insanoğlu peşinden de saati icat etmiştir ki kendi kavramına ayak uydurabilsin. Taa Mısırlılara kadar uzanan saatin tarihinin biraz ortalarından başlayacağım yazmaya. Eskiden kol saatlerinden önce cep saatleri varmış ama bunlar pek kullanışlı değillermiş her ne kadar bana göre hala çok şık olsalar da. İnsanlar bu saatlere pek güvenemiyorlarmış haliyle çünkü içindeki mekanik sistemi pek sağlıklı değilmiş üstelik bunları günde en az iki kerede kurmak gerekiyormuş. Ancak yıllar içerisinde saatlerde gelişen teknolojiden nasibini almış. O zamanlar genelde yuvarlak olan kadran içerisine spiral denge oluşturan bir sistem oturtulmuş. Bu sistemden sonra saatler eskiye göre daha güvenilir, daha sağlam ve en önemlisi daha istikrarlılardır. Akabinde benim bahsetmek istediğim konu şimdiye kadar anlattıklarımdan biraz daha farklı olacak. Bunları anlattım çünkü eskiden saat sahibi olmak önemli bir hususmuş ancak günümüzdeki gibi önemli ve prestij sembolümüydü onun hakkında pek bir şey bilmiyorum. Bu sebeple bugün ki yazımın geri kalanında bu konuyu ele alacağım.
Rolex, Breguet, Patek Philippe, Audemars Piguet, Vacheron Constantin ve Cartier gibi daha nice lüks kol saati markaları var günümüzde. Bunlar çoğunuzun tahmin ettiğinden çok daha pahalı. Yalnız tek önemi pahası değil aynı zamanda sahipleri ve hizmet ettiği gösterişi.
Çoğu şeyin sembollerle ve simgelerle çaktırmadan anlatıldığı dünyamızda, aslında yalnızca zamanı göstermesi için üretilmiş olan kol saatleri de bu kavramın vazgeçilmez bir parçası artık. Gerçi 30.000 $ değerindeki bir saat ne kadar çaktırmadan göze çarpar orasını siz düşünün. Artık saat insanların zenginliğini bir o kadar da zevklerini ve hayata bakışlarını simgeleyen prestij unsuru bir aksesuar. Bu değerli, bir o kadar da merak konusu olan prestijin sahiplerini örneklemeye ülkeleri yöneten en tepedeki isimlerden başlayacağım. Mesela sansasyonlarıyla ünlü İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi. Dünyadaki politik liderler arasından bilinen en pahalı saat onda. Constantin Vacheron takan Sinyor Berlusconi, bu nadiden parça için tam 540.000 $ ödemiş. Berlusconi’nin aksine eski ABD Başkanı G.Bush ise 50 $ değerindeki Timex’i kullanıyor. Rusya Başbakanı V.Putin ise 60.000 $ değerindeki Patek Philippe saatini sağ kolundan eksik etmiyormuş. Liderler arasında ki en meşhur markada İsviçre yapımı olan Patek Philippe. Patek Philippe 2004’e kadar el yapımı ve sınırlı sayıdaydı. Ancak 2004’den sonra marka bünyesine yeni üstatlar katarak bu geleneğini biraz erteledi. Artık sadece sınırlı sayıda üretim yapmıyorlar. Bu arada liderlerden bahsetmişken aklıma geldi. Son dönemdeki Osmanlı padişahları da saatlere pek meraklıymışlar. Zaten hazinelerimizde de bildiğim kadarıyla fazlasıyla kol saati mevcut. 3.Selim’in kullandığı Breguet buna örnek olabilir. Breguet sadece 3.Selim değil İsmail paşa ve Ali Said paşa gibi önemli şahıslar tarafından da kullanılmıştır. Kısacası saat lükse dönüştüğü yıllardan beri bir prestij sembolüdür. Günümüz popülaritesinde saat artık çok çeşitli şekillerde süsleniyor. En bariz örnekleri ise ihtişam ve gösteriş tutkunu olan ve tercih ettikleri modelleri en iyi taşıyan Rapçiler sergiliyor. Genelde sahip oldukları bu pahalı markaları kendi tercihlerine göre pırlantalar, elmaslar, zümrütler gibi değerli taşlarla süslüyorlar. Son olarak gelelim benim favorime. Benim bu markalar arasından bir seçim hakkım olsa tercihim diğer markalara nazaran hemen hemen herkes tarafından bilinen Rolex olurdu.    Klasik görüntüsü olan Rolex modelleri tüm ihtişamını sadeliğiyle ve sadeliğinde gizlediği prestijiyle anlatıyor. Babadan oğla en çok devredilen, bir erkek zor durumda kaldığında her zaman elinden çıkarabileceği (çok üzücü bir durumdur), sahibinin karizmasını en iyi anlatan saattir Rolex. Ortalama olarak 4.000 $ dan başlayan fiyatlarıyla diğer markalara göre daha makul ve en az onlar kadar kalitelidir. Bu arada saatlerde aynen şarap gibidir. Yıllandıkça değerleri artar. Üzerindeki narin çizikler de saatin ne kadar kaliteli ve dayanıklı olduğunun göstergesidir. Yıllar önce 2 milyon $’a koleksiyonerler tarafından alınmış kol saatleri vardır. Yani bu prestije sahip olmanızı gerektiren bir konumunuz varsa 4bin $ gibi rakamlar size amiyane tabirle çerez gibi gelir. Efendim son olarak da bu yazının sahibi ben, kendi çapımda hallice bir kol saatine sahibim. Umarım ilerde bir Rolex’le değiştirme şerefine erişebilirim…
 
Serdar ÖZNEL 

KÜLTÜR AÇILIMI





                      Prof. Dr. İlber Ortaylı ‘Avrupa ve Biz’ kitabında ‘… Bugün, Avrupa Birliği denen iktisadi ve siyasi oluşumun kültürel boyutu çok az tartışılmaktadır…’ Bence İlber hoca çok doğru yazmış. Avrupa birliğine gireceğiz ama  kimse kültürel boyutunu konuşmuyor bu işin, hiç kimse bunun ne gibi bir kültür birikimi sağlayacağını, insanlara ne gibi faydalar getireceğinden bahsetmiyor. Bütün herkes siyasi, politik bir dalganın içinde çırpınıp duruyor. Devletimiz kültürel, eğitsel etkinliklerden tamamen uzak zaten, ne bir tiyatroya destek, ne bir operaya destek, filmlere kültür bakanlığı tarafından verilen destekler sınırlı, o desteği de istediklerine veriyorlar. İddia ediyorum eğer sinemaya devlet yeterince desteği verirse çok başarılı filmler ortaya çıkabilir… Ne yazık ki çok küçük bütçeli filmler yapıldığından fevkalade senaryolar heba olup gidiyor. Operaya destek verilmiyor dedim, daha doğru düzgün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak opera binamız yok. Beğenmediğimiz Mısırın dahi o kadar ihtişamlı bir opera binası var ki anlatmayla olmaz görmeniz gerek. Zaten Avrupa ülkelerininkilerden bahsetmek bile istemiyorum moralim bozuluyor.
                       2010 kültür başkenti olacak İstanbul ama doğru düzgün gösterilere daha ev sahibi olamadık, neden… Çünkü devlet ilgilenmiyor. Olan konserler zaten zorla organize ediliyor, özel şirketlerin desteğiyle, reklamı yapılmıyor, geldiklerini gittikten sonra öğreniyoruz. Basının bahsettiği yok zaten, onlar magazine boğulmuş durumdalar, çok mühim ya bilmem kimin doğan çocuğunu görmek veya bilmem kimin kaçıncı sevgilisi olduğunu hesaplamak…
                      Gençlerin, genç sevgililerin özellikle en çok gittiği kültürel etkinlik sinemadır sanırım. Ama neredeyse bütün sinemalara özel şirketler sahip, madem RÜTÜK diyorsun o kadar karışıyorsun, kendin aç sinemayı, kontrol et, kendi döner sermayeni oluştur ama devlet ne yapıyor kolaya kaçıyor, bir sürü özel sinema mantar gibi türüyor, sonra ne oluyor, bilet fiyatları tavan yapıyor, o zaman tabi izlenmez filmler, tabi seyircisi az olur filmlerin. Öğrenci adam nasıl versin o kadar para, hele kız arkadaşıyla gidiyorsa yandı zaten… Biz boşuna mı vergi veriyoruz arkadaş, bana sadece elektrik, yol, su sağla diye vermiyoruz. Düzgün bir eğitim ortamı, düzgün bir kültür ortamı oluşturman için de o vergileri veriyoruz…
                      Geçen gün Hıncal Uluç üstadımız bahsetti, sunduğu bir TV programında… Bir tiyatro oyunu, çok ünlü bir oyuncunun oyunu kapalı gişe oynuyor ama bütün sezon. Hıncal Bey bunun imkânsız olduğunu söyledi, gerçektende öyle çünkü bunu kendiside belirtti mademki kapalı gişe oynuyor bütün sezon neden kimsenin haberi yok, neden kimse bilmiyor öyle bir oyunu. Çünkü  denetimsizlik… Bir özel şirket kapatıyor sezonu, keyfine göre dağıtıyor biletleri, bu yanlış… Devlet bunları kontrol etmeli biletlerin üzerinde isimler yazmalı, tekelleştirilmemeli, bence bu şekilde kimsenin hakkı yenmemiş olunur.
                       Madem bu kadar bahsettim, bir kültür katliamından da bahsetmek isterim. Yer Topkapı Sarayının Aya Sofya’ya çıkan kapısı önündeki 3. Ahmet çeşmesi… Son yıllarda ne zaman gitsem içim hep cız eder, o güzelim işlemeli, desenli, fevkalade çeşmenin önü otopark, hem de devletin otoparkı… Arkadaş başka yer mi kalmadı para kazanacak, bari tarihi eserleri rahat bırakın… Ben hayatım boyunca hiç politikayla, siyasetle ilgilenmedim, bundan sonrada ilgilenmem çünkü ilgimi çekmez ama tabi ki gündemi takip ederim. Bir açılım furyasıdır gidiyor. Bizde kültür açılımı istiyoruz arkadaş, oturulsun, konuşulsun, tartışılsın… Çünkü kültür olmayan yerde verimlilik olmaz, kimse demesin ki gereksiz konular bunlar… Çok gerekli... Bir sergiyi gezmek, bir filme gitmek, bir orkestrayı dinlemek insanın hayata bakışı için çok önemli…
                                                                                                                                 GÜNEŞ ÖNER