1/27/2010

AVATAR


Sinema tarihinin ilk filmi 1895 de çekilen Tirenin Gara Varışı (L’Arivee d’un Train en Gare de la Ciotat) 50 saniyelik bir filmdi ve filmi izleyenler perdedeki kendilerine doğru gelen treni gerçek sanarak koltuklarının altına saklanmışlardı… Bu film bir başlangıçtı ve sinema bunu ve bundan sonra yapılan filmleri örnek alarak gelişti, kendi kendini yeniledi ve beynelmilel bir kurum haine geldi…Günümüze kadar sinema endüstrisinde bir çok devrim gerçekleşti bunlardan bir kaçına örnek vermem gerekirse; Metropolis, Yurttaş Kane( Citizen Kane), Baba ( The Godfather ), Star Wars, Matrix çığır açan filmlerden bir kaçıydı... Şimdi ise sinemanın yeni buluşuyla, yeni devrimiyle karşı karşıyayız, AVATAR…



Aslında uzun zamandır beklediğim bir filmdi çıktığında yer bulma sıkıntısı çektiğimden ancak haftalar sonra yer bularak gidebildim filme ve gitmediğim gösterime girdiğinden beri geçen her gün için o kadar pişmanım ki anlatamam keşke biraz daha uğraşsaydım da bilet bulabilmek için ilk gün gitseydim… Şimdiye kadar yapılmış hiçbir filmde bu kadar kaliteli görüntü ve efekt izlemedim. Evet filmin yönetmeni olan James Cameron zaten her şekilde çok kaliteli filmler çıkartabilecek bir profesyonelliğe sahip olması bir gerçek ama çok kaliteli yönetmenler dahi (örneğin Coppola ) yeni bir şeyler denediklerinde sinemada hata vermeleri muhtemeldir ki bunu kimse yüzlerine vurmaz zaten durumdan ötürü… Abartmıyorum filmde hiçbir kopuk sahne yakalayamadım eksiklik veya eğreti gelen bir durumla karşılaşmadım film fevkalade… Tamam çok övdüğümü ve eksik yönlerinden bahsetmediğimi söyleyebilirsiniz şimdi o konuya parmak basacağım… Sorun senaryoda evet her şeyi güzel filmin 3 boyutlu çekilmesi zaten büyük bir devrim ( ki kamera bir sahnesinde uçuruma doğru döndüğünde o kadar gerçekçi ki ekrana bakamıyorsunuz, dizlerinizin bağı çözülüyor, uçurum önünüzde ve eğilseniz düşeceksiniz gibi) ama senaryo biraz bilindik, tahmin edilebilir, hiç de adamı koltuğuna çivileyen bir durum söz konusu değil… Zaten bu yönetmenin tarzı değil adam yenilik peşinde, Titanikde de öyleydi diğerlerinden de keza Avatarda da öyle… Son aldığım haberlere göre zaten James Cameron yeni filmini uzayda çekmeyi planlıyormuş… Maden öyle diğer bütün yönetmeleri aynı dönemde film çekmemeleri için uyarmamız boynumuzun borcudur…


Avatar büyük bir devrimdir. Sinemayla ilgilenin veya ilgilenmeyin inanılmaz etkileyici ve eğlenceli bir yapım. Eğlenceli diyorum fakat filmde duygusallık hat safhada ben ağlamamak için zor tuttum kendimi sizi bilemiyorum artık ne hale gelirsiniz… Neyse ciddi olalım… Filmi izlemenizi özellikle 3D izlemenizi şiddetle tavsiye ederim… Saygılarımla.






                         GÜNEŞ ÖNER










1/23/2010

whoo ahhhhh


Gözleri ne kadar istese de görmeyen, bunun için büyük bir karamsarlığa kapılacağına her zaman hayatla bir savaş içinde olan emekli albay, şerefli bir asker… Bir gün gelir ve her şeyin ne kadar karanlık olduğunu görür ama aslında hissettiği karanlık onun görememesinden kaynaklanan karanlık değil hayatın artık ne kadar anlamsız olduğudur. Tanıdığı tanımadığı herkese kötü davranır artık onları yanında istemez ta ki yanına onun bakıcığını yapması için genç bir adam gelene kadar… Bu genç adam onu hayata bağlamaya çalışsa da bunu ilk başlarda başaramaz ama daha sonra bunu büyük bir zaferle sonuçlandırır. Yaşlı ama karizmatik asker sonunda hayatı yaşamaya karar verir… Genç adamın büyük ve cesur direnişiyle…
Bir filmden bahsediyorum ne kadar adını duyduğumda filmin, ilk sefer de telafuzunda zorlansam da çok beğendiğim oyunculuğuyla, yönetimiyle, kurgusuyla ve senaryosuyla bütünlük sağlayan ‘Scent of a Woman’ … Baş rolünde Al Pacino ve oyuncunun ilk sahnesinde onun görüntüsü değil de sesiyle karşılaşmanıza rağmen onun sesini duyduğunuzda ‘’ sesine kurban olayım ‘’ diyeceğinize eminim… Neyse ciddi olalım…Filmi gerçekten beğendim hem oynayan genç ve gelecek vaat eden oyuncular ki film 1992 de çekildiğinden şimdi bu oyuncuları bir çok filmde baş rol ya da yardımcı başrol olarak görebiliyoruz… Filmin sahnelerinde herhangi bir kopukluk yakalamak neredeyse imkansız… Dram olarak gerçekten başarılı yeni bir Carlito’s Way ( baş rolünde gene Al Pacino oynamıştır ) demiyorum fakat şimdiki berbat sinema ürünlerine bakarsak film fevkalade…
Filmi izlerken tavsiyem Al Pacino nun tango ( buradaki şarkı ; Carlos Garbel- Por una Cabeza) sahnesi ve Ferrari ye bindiği sahneyi gördüğünüzde gözünüzü ekrandan ayırmayın… Eğer zamanınızı bir film için ayıracaksanız bu film lütfen ‘ Scent of a Woman’ olsun… Saygılarımla…
                                GÜNEŞ ÖNER

1/13/2010

KÜLTÜR MANTARI

Merhaba sayın okuyucu, uzun zamandır yazılarımı paylaşmadım, bu uzun aranın en önemli sebebi dolu dolu bir yazı yazmak istememdi. Bir türlü yazdıklarımı toparlayamıyordum. Sanırım pek dolmuşum ki bu gün bu saatte hiç üşenmeden başladım sitemkâr ve bıkkın satırlara… Bu arada dolu dolu bir yazı derken hareketin eksik olmadığı maceralı(!) hayatımdan bahsetmeyeceğim. Dolu olduğum konu hazırladığım diğer yazılardan baya farklı yani… Konu aslında benim gibi düşünenlerin ortak sorunu. Kültür mantarları… Kültür mantarı deyince hemen aklınıza ortasına biraz kaşarpeyniri biraz da tereyağı koyup ızgara yaptığımız, küçük, tadına doyum olmayan sebze gelmesin. Bilakis ben burada kendilerinden bıkmama sebep olan, ne yenilebilen ne de yutulabilen, ne dinlenebilen ne de susturulabilen nam-ı değer kültür mantarlarından bahsediyorum. Hani sizin de etrafınızda kontrolsüzce biten kültür mantarlarından yahu. Ne kadar kaçarsanız kaçın bir yerde karşınıza çıkan tiplerdir bunlar. Mesela can sıkıntısını bastırmak için açılan TV’de, otobüste, merak ve özenle okunan bir mecmuada ya da her zaman gittiğiniz restoranda… Hali tavrıyla çok bilgili, kültürlü olduğunu düşünen,  havalı görünmeye çalışan, tüm bu sahte davranışlarını vücut dili ve giyimi kuşamıyla destekleyen aciz bir tür özünde. Bana göre bu türün en büyük ortak noktası, aslında yaşanılası hayatlarında ki herhangi bir öğenin eksikliğinden doğan özgüvensizliğin sonucu olan eziklik! Kısacası kompleksleri. Bu komplekslerin egemenliğinde, bilinçaltı doğal olarak kolayca sahip olabileceğini düşündüğü en kolay ve en popüler kültür öğesine fütursuzca yönelir. Bu ve bunun gibi bir dizi eylem sonrasında aşırı gübrelemeden dolayı bu gizli zararlılar üremeye ve türemeye başlarlar. Mesela bu komplekslerin en bariz örneği parasızlığın getirdiği gocunmadır. İnsan parasız olabilir, bazıları gibi ağzında gümüş kaşıkla doğmamıştır. Ancak bunu fark eden vatandaş şiddetle ve farkına varmayı istemeksizin kendisine bir sosyal statü kazanmaya çalışır. Aslında var olmayan bir kişilik oluşturulmuş ve yalan gibi figüranlarla desteklenen bir oyun ortaya çıkartılmıştır. Kendisinden başka herkes zamanla bu durumu fark eder. Ancak mantarlar kendilerini sahte kültürden türetmeye devam ederler. Bu tipler kesinlikle hırslı, tutkulu insanlarla karıştırılmamalıdır bana göre. Bugün maddi olanaksızlıklar yaşayan herhangi kararlı, realist bir insan ilerde imrenilecek kadar varlıklı ve kültürlü olabilir. Aslında söz konusu olan şey maddi varlık değil, bilakis ömür birikimi olan kültürdür. Bu durum diğerinden tamamen farklıdır. Olasılıkları burada sıralamanın bir âlemi yok ama çürükleri ayırmak gerekli çünkü yanlış anlaşılmak istemem. Bazı birikimler zamanla kazınılır. Kültür, oturmuş bir karakterin üzerine inşa edildiğinde kendisini tam olarak belli eder. Lütfen, kendinizi bildiklerinizle övmeyin, her cümlenizden sonra başkalarının size hayranlıkla, imrenerek bakmasını da beklemeyin. Kültürlü olmak bu demek değildir, sizin yaptığınız egonuzu tatmin etmekten başka bir şey olmaz. Takdir edilmek her insanın hoşuna gider ama her şıracının bir bozacısı olmamalı. Farklı konularda, farklı fikirlerde görürüz onları istisnasız. Mesela müzik, edebiyat, spor, otomobil, sinema, insan ilişkileri… Bu ve daha birçok konuda masnu kültür ve bilgi sahibidir bu insanlar. Hepsinden ziyade hakkında çok kişinin vâkıf olmadığı konularda yapılan küstahlıklar beni sinirlendiriyor… 10 liraya aldığı takıyı 4 nesildir mücevherle uğraşan bir Yahudi edasıyla anlatması ya da gördüğü en ışıklı mekânın reklam tabelalı otobüs durağı olmasına rağmen, az önce ayrıldığı odasını sanki Louvre Müzesi gibi ahenkle anlatması örneğin. Yudumlanmış tek viski ya aile gezmelerinde babadan gizli içilen viski ya da evin vitrinindeki benzine dönüşmüş viskidir. Lakin sizin gözünüzü boyamaya çalıştığı o ucuz nutku bir İskoçyalı duysa utanır viskiden konuşmaya. Beterin beteri vardır derler ya, doğru. Bir de bunların mevki sahibi olmuş, nüfuzlu benzerlerini düşünün. Bu yetişkin mantarın parası da vardır üstelik ve evine depolamaktadır pahalı şişleri herhangi bir gösteriş anı için ama ne fayda, adam bardağa damlattığını övmekten, içtiğinin semeresini çıkarmaya çalışmaktan azgına koyamaz içkiyi. İlla yeni öğrenilen bir konuda kültür mantarı olunacak diye bir sebep yok tabi ki. Üzerinde türediği konu hakkında, benzeri eylemleri çok defa yapmış, tekrarlamış olabilir. Benim tam olarak kaldıramadığım şey aslında olmadıkları kişilik üzerine kurdukları köpükten kültür kalesi. Velhasıl bu türün en önemli sorunlarından birisi,  kültürlü olunduğunun gösterilmeye çalışılmasıdır eşe dosta, el âleme. “Bilgi sahibi olmak yeri geldiğinde o konuda mütevazı olmayı gerektirir” diye düşünmez hiç. Ona göre kültürlü görünmek, sınıf atlamış olmaktır komplekssiz gezen akranlar arasında. Onlara göre kültürlü olmak, kibirle kaplanmış gözleri sigara dumanı kadar hafif yoğunlukta bir gerçeklikle boyamak, betonarme düşünceleri, kulaktan dolma bilgilerle, nefes almaksızın ipe dizmektir. Kendileri bile inanmazlar ağızlarından dökülen yalanlara sizi aptal yerine koymaya başladıklarında, birileri bas bas bağırmalı onların sağır kulaklarına hakikatten ne kadar boş olduklarını, kurdukları her cümlenin dizlerinin titrediğini, bu kadar fazla yalanın bile ortaya çıkmaktan korktuğunu… Aslında yaradılışta var olan boşluklar doldurulmaya çalışılır bu noksanlıkta, en kötüsü de olmayan karakterlerini de arayıp bulmayı umut etmeleridir Google sayfalarında…

SERDAR ÖZNEL