11/27/2009

KAN, SEKSİ HATUNLAR VE SİLAH



Twilight’ı (Alacakaranlık) ilk izlediğimde şaşırmıştım, nasıl olur da böyle bir konuyu bu şekilde anlatırlar… Gerçekten farklıydı, alışagelmiş vampir filmlerinden çok farklıydı ki tek bir diş bile görmemiştim filmde. Evet gayet bir gençlik daha doğrusu ergenlik çağına girmiş çocukların filmi gibi ama bir şey var filmde, bir felsefesi var… Tamam adam bir aşk filmi yapmış ama altında yatan ne diye düşündüm ve gerçekten bir edebiyat eserinin güzelliği olduğunu buldum filmde. Bir Shakspeare  eseri gibi etkileyiciydi film, nasıl olurda aşk bu kadar zorlaşır, bu kadar haşin bu kadar ulaşılmaz olur, bunu ben Shakspeare’in Hamlette’inde, Macbethde’inde ve fevkalade olan diğer oyunlarında gördüm… Shakspeare kadar iyi demiyorum, bunu karşılaştırmak gibi bir durumda yok ortada, zaten  yapamam çünkü Shakspeare bir yana diğer tüm eserler bir yana ama gerçekten twilightdan etkilendim. Ayrıntılar ve farklılıklarda gizli bir film. Geçtiğimiz  asır boyunca süre gelmiş vampir filmleri çok farklıydı, kan, seksi kızlar, silahlar, gümüş kurşunlar falan filan ama bunda inanın vampir filmi olduğunu söylemeseler kimse bilmeyecek. Mesala zamanında büyük üstat Coppola Dracula yı çekmiştir ve bir vampir filmi nasıl yapılır göstermiştir. Tarantinonun senaryosunu yazdığı  film(From Dusk Till Down) ki Tarantino kanı sinemada en güzel kullanan kişidir zaten, Salma Hayek in ayağından içki içtiğini hala unutamam… Neyse ciddi olalım… ve büyük kurtarıcı Blade, aksiyon yüklü bir film, karizma bir adam yarı insan yari vampir bir karakter, tabi ki böle bir adam kötü olabilir mi? Olsa olsa süper kahraman olur ki Blade de öyle… Daha bir çok örnek var ama bunlardan sıyrılan bir başka film var ki salt korku yoluna giden, o da 30 gün gece ( 30 days of night), gerçekten vampir geriliminde son nokta diye düşünüyorum… O yakın çekimler, geren müzik, çok hoştu doğrusu. Ama bunların yanında twiligt o kadar farklı ki – ben bunu bir edebi eser yani bir kitaptan uyarlama olmasına bağlıyorum- diğerlerinden tamamen sıyrılıyor….

        İlk film kurgu olarak güzeldi yönetmen koltuğunda Catherine Hardwicke, oyuncu kadrosunda ise Kristen Steward, Robert Pattinson ve daha bir çok geleceği parlak, gayet rollerine yakılaşan  genç oyuncular mevcut. İlk filmde genel bir bilgi verdiğini düşünüyorum karakterlerle ilgili ve bunu da net olarak yansıtmıştır oyuncular. İlk filmin başarısı bir yana ikinci filmde aynı tadı alamadım doğrusu. İlk önce yönetmenin bazı sahneleri kopuk kopuk çekmesi filmi izlerken keyfimi o kadar çok kaçırdı ki filmin yarısından çıkmak istedim çünkü bu hangi sahneydi, önceki olanın bunla ne alakası var falan diyorsunuz kendi kendinize. Ama tabi ki konu demin de bahsettiğim gibi güzel, bu da bir edebiyat eseri olmasından kaynaklanıyor. Efektler çok güzel ikinci filmde ve söylemeden edemeyeceğim ilk filmde de aşık olduğum Ashly Green ın oynadığı Alice karakteri yine baş roller kadar etkileyici…. Bu filmde biraz daha mekan değişikliğine gidilmiş ama o mekan değişikliği çabuk, alelacele yapılmış ve bu keyif kaçırıyor doğrusu keşke bu kadar sükse yapan, dünyada bu kadar izlenme rekorları kıran film, işinde daha ehil olan bir yönetmene çektirilseydi… Umarım üçüncü film ki ikincinin sonunda üçün geleceğine dair bir izlenim vardı, daha doğru kişiler tarafından yapılırda bu kadar güzel ve sıradan olamayan bir konu heba olmamış olur…

Güneş ÖNER

Hiç yorum yok: