5/10/2010

VINCERE

Bazı filmlerde hikaye sonlara doğru izleyene öyle bir çalım atar ki işte buna izleyeni ters köşeye yatırmak denir. İzlediğiniz sahnelerin hepsi yalandır, yeni başlayan sahnede ne izlediğinizi şaşırırsınız. Anlarsınız ki izlediğiniz sahnenin yanında deminki sahneler alıştırma turları, bir nevi aperatiftir.



Marco Bellocchio ‘un bu sene İstanbul Film Festivalinde gösterilen (ki zaten yine bu sene bu festivalden yaşam boyu başarı ödülüne sahip oldu) filmi Vincere, işte tam böyle bir durumda bırakıyor izleyiciyi.. Aslında ters köşe demeyeyim de tam bir ofsayt durumu mevcut.. Ne olacağını biliyorsunuz ama olmuyor.. Tuzağa düşüyorsunuz.. İşte bu filmde izlerken hissettikleriniz tam olarak bunlar..


Film, İtalyan Diktatör, onların deyimiyle ‘il duce’, faşizmin kurucusu Benito Mussolini ‘nin hayatını anlatıyor. Aslında onun hayatındaki ahlaksızlıkları, şerefsizlikleri, delilikleri ki hayatı tamamen bunların üzerine kurudur… Tamamen deli, kendini bilmez, sapkın bir insan bozması hayvandır Mussolini… Tabi filmdeki Mussolini hikayesi, Mussolini ‘nin körelttiği, hayatını berbat ettiği ama yine de ona delicesine aşık olan Ida Dalser ‘in aynasından anlatılıyor… Onun hikayesi üzerinden demek daha doğru… Bu gerçek bir hikaye olması yanı sıra çok acıklı, yürek burkan bir hikaye…


İlk film başladığında Mussolini sanki bir kahraman, inanılmaz şekilde liderlik ruhuna sahip bir insan evladı, dahi bir kişilik gibi anlatılıyor ki ne oluyor, bunu bırakın bir İtalyan’ ın bu şekilde çekmesini başka ırktan, ülkeden bir kişi dahi yapamaz, Mussolini’ yi böyle göstermek ahmaklıktır,bilgisizliktir, insanlığa hakarettir diyorsunuz… Çünkü bu adamın tarihte yaptığı tek iyi bir iş varsa o da mafya’ya karşı açtığı savaş, mafyayı bitirmek istemesidir… Gerçi onu da beceremedi sadece İtalya’ dan def etmeyi başardı… Hani pis kadınlar evi temizlerken süpürdükleri pislikleri halı altına süpürürler işte aynı Mussolini de öyle yaptı… Neyse ciddi olalım… Fakat film ileriki sahnelerde Mussoliniyi anlatmayı bırakıp asıl karakter, Mussolinizede Ida Dalser i anlatmaya onun üzerinde yoğunlaşmaya başlayınca ve bu doğrultuda Mussolini ‘nin deliliklerini, aptallıklarını yavaş yavaş vermeye başlayınca işte orda ofsayt ‘a düşüyorsunuz… Hissettiğiniz olmasını beklediğiniz şeyler olmasını beklediğiniz halde olmuyor…


Ida Dalser Mussolini ye daha ilk zamanlarından, siyasete ilk girdiği, sosyalistken tek bir saniyelik düşünceyle bir anda sağcı olduğu, deliliklerini daha yeni yeni gösterdiği zamanlarda görüyor ve ona delicesine aşık oluyor ki öyle böyle değil ölümüne… Onun için sırf gazete çıkaracak diye bütün her şeyini satıp parayı ona veriyor… tüm hayatını, zamanını ona adıyor, Mussolini nereye giderse oraya gidiyor ama bir gün öğreniyor ki hamile ve yine öreniyor ki Mussolini evli ve bir kız çocuğu var… Tabi Mussolini I. Dünya savaşına katılmak için İtalya ’dan uzaklaşıyor ama kadın yine unutmuyor sadece gazete de Mussolini yaralandı haberini görüp dünyanın öbür ucuna gidiyor ama orada ilk çatlak ortaya çıkıyor Mussolini onu tanımıyor bile bırakın kadının varlığını çocuğunun varlığını bile kabul etmiyor… Yıllar geçiyor, Mussolini artık binlere hitap ediyor her zaman olduğu gibi bilgisiz halk yine iki yüreklendirici kelime sarf eden bir adamın peşinden gidiyor… Herkes hayran Mussolini’ye, yirmi yıl sonra yakalayıp linç edecekleri, hayatlarını on yıl sonra zindan edecek Mussolini ’ye… Ama Ida hala unutmuş değil kendisini ve oğlunu yalnız bırakan Mussolini ‘yi… Bir gün kafasına koyup kendisini tekrar ona göstermek ister ama başarılı olamaz ve artık kişisey olarak ilgilenerek kadını bir çırpıda dalavereyle akıl hastanesine tıkatır oğlunu da yatılı okula ama ne kadını görür ne de oğlunun yanına gider… Yıllar geçer kadın herkese Mussolinin karısı, çocuğunun annesi olduğunu söyler ama bir deliye kim inanır artık… Tabi ki deli değildir ama artık o damgayı yemiştir… Doktorlar yaptıkları tedavilerde sadece Mussolinin karısı olmadığını söyle, ondan çocuğun olmadığını ve onu hiç tanımadığını söyle seni serbest bırakalım hayatın daha fazla mahvolmasın derler ama o öyle sever ki kabul etmez yine de Mussolinin bir gün gelip onu alacağını aslında kendisini denediğini, ona karşı olan sevgisin tam olup olmadığını denediğini söyler… Hayatını bir adam için yok eder, çocuğunun da hayatını bitirir kendininkini de… Asla pes etmez ve uğrunda hayata gözlerini yumar… Asıl önemli olan büyük sürpriz oğluna ne olduğudur… Bunu söyleyip de filmi izlerken şoka girmenize mani olmak istemem…


Film aslında özeli anlatarak Mussolin ’nin yüz binlerce aile üzerindeki oynadığı oyunu, o ailelerin yok olmasına sebep olduğunu anlatmak istemiş… Filmdeki kamera açıları, sahnelerin düzeni, müzik kullanımı, özellikle müzik kullanımı, tabi ki oyunculuklar ki Giovanna Mezzogiorno ve Mussolini ‘nin gençliğini canlandıran Filippo Timi fevkalade… Bütünlük olarak film muhteşem… Unutamayacağım, her zaman önereceğim bir film… Şiddetle tavsiye ederim..


                                       Saygılarımla


                                       Güneş ÖNER


Hiç yorum yok: