11/05/2009

İncir Ağacı


Soğumaya yüz tutan caddeler gökten inecek damlalara hazır durmuşlardı yolun iki yanında boylu boyunca. Binaların duvarları sanki hiç bitmeyen yola eşlik etmek için dikilmişlerdi sokağın etrafında.Başımı kaldırdığımda midesi bulanan çocuğun ruh hali gibi bir gökyüzü karşılıyordu gözlerimi.Amacı yoktu şehrin,sadece ağlayacaktı o Pazar günü insanların üstüne,fakat beklemedeydi tıpkı savaşta siperini almış olan,genç yüzünde yeni çıkan ve henüz terlemeyen bıyıkları toz tutan bakir genç gibi heyecanlı ve eli tetikteydi yağmurun.Hiç ses yoktu,hiç renk yoktu.Gözlerimi nemlendirmek için kırptığımda alacakaranlık karşılıyordu kalbimi,açılan gözlerimse yalnızlığa uzanan gri ve siyah tonda dünyaya hoş geldiğimi buyuruyordu.Huzursuzluk sarmıştı o cansız fakat hareketli nesneleri.Ne yağmur yağacağından,ne de yol boylu boyunca uzayacağından emindi.Amaçsızlık düşmüştü bu şehre,kollarını öyle bir dolamıştı ki nefes alamıyordu yolun kıyısında oradan oraya savrulan kağıt parçaları bile.
Hüzün kendi yaşamını sürdürmek için bir neden arıyordu o sokakta. Fakat bulamıyordu henüz. Çünkü boşluk çok yol katetmişti o şehirde. Bu renksiz, mat tonlar hakimiyetini yıllardır sürdürmekteydi ve bundan mutluydu da. Amaçsızlık gerçek bir sis dalgası gibi çökmüştü ve olabildiğince ödün vermiyordu istikrarlı siluetinden.
Bu böyle gidecekti,o sokakta bulunan tüm insanlar o yollarını bitirdikten sonra bir diğer sokağa sapacak,bir diğer engeli aşmış olacak ve bir diğer hikayeye başlayacaklardı.Genci yaşlısı,erkeği bayanı hepsi için bir hikaye barındırıyor olabilirdi sokaklar,caddeler..Bilinçsizce yürüyordu insanlar,yaşadıkları sürece bu macera hiç bitmeyecekti.Yeni adımlarını attıkları sokaklar onlara yeni hikayelerini gösterebilecekleri fırsatları kolluyordu kimseler bilmezken..
Nefesim de yağmayan yağmur gibi tetiğe geçti, fazladan bir adım için kalkmadı ayaklarım son bastığı asfalt kıtasından. Kulaklarıma bir şey kaçmış olmalıydı. Çıkarmak için iki elimi boşlukta kaldırmaya çalıştım.Anlamsız bir hareketle,orkestrayı yöneten bagetlerin,şefinin göğsünde havada bir u çizmesi gibi davrandığı boşluk misali dönerek bacaklarımın yanında uzanan yerlerini aldılar. İsyan başlattı bedenim. Artık ne yürüyebiliyor ne duyabiliyor ne nefes alabiliyor ne de bu durumdan kurtulabilmek için ellerimi oynatabiliyordum.
Gözlerim..
Sımsıkı kapanan gözlerim,açılmak istemeyen gözlerim;göreceği tonların,üstünde taşınılan bedeninin vicdanını mahvedeceğini bilen,o renkleri göstermektense,beni yine o alacakaranlığa gömercesine kapanan yeşil gözlerim ..
İki şey vardı bana hayatta olduğumu hatırlatan,
usumdan geçen renksiz ve sessiz şehrin düşüncesi ile tenim.
Yanaklarımdan hızlıca bir yol açmıştı ilk gözyaşım dudaklarıma giderken. Soğuk dost olmuştu tenimle. Bedenimle tangoya tutuşmuştu rüzgar.
Gözlerim ..
Koğuşunun demir parmaklıklarını tutan ellerin sahibi gibi kaçamama korkusunu yenen, ıslah olan gözlerim beni yine o tatsız dünyaya sürükleyeceğini bilerek kapılarını dünyaya açtılar. Son attığı adımda bastığı asfalttan kurtuldu kaldırarak ayaklarım kendilerini. Yeni bir sokak yeni bir hikayeydi rüzgarla tango yapan bedenime.Tenim,dudaklarım gözyaşlarımı çok derinden hissedebiliyordu,ellerim kutuptaki buzların erimesi gibi fakat çıtırtısız ve ağır ağır davrandı kulaklarıma;duyamıyorlardı renksiz dünyanın cümlelerini.Hislerim,etrafımda gördüğüm binaların duvarlarına çarpıp geri dönüyordu yazılara dökülmeden.Gittikçe yoğunlaşıyordu yaşadıklarım,hiddet mühürlüyordu gördüklerimi,her an kıyamet kopacakmış gibi bir his kaplayıvermişti tutsak benliğimi.Hissettiklerim yormuştu beni girdiğim yeni sokağın başında.
Gözlerim ..
Başımı kaldırdığımda gökyüzünde,midesi bulanan çocuğu göremedi gözlerim ..  O an anladım ki kulaklarım şiddetle yağacak yağmurun sesini duymak için kapanmışlardı fakat yanılmışlardı çünkü dudaklarıma giden gözyaşı patikası göğe bakarken yeni arkadaşlarına merhaba demişlerdi. Belki sokak da, şehir de kaldırımlar da yanılmışlardı kulaklarım gibi. Artık nemlendirmek için kırpmama gerek yoktu onları. Amaçsızlığı ıslatan bir ‘Kasım Pazarında’, iri kar taneleriydi. İstikrarını yitirmişti gri tonlu boşluk. Renksizliğin, sessizliğin, hakimiyetin prensini oynayan sis perdesi kalkıyor muydu acaba şehirdeki yeni girdiğim sokakta? Bir hikaye yazmış olabilirdi yeni sokağın asfaltı bana, hüznün kol gezmek istediği şırasız yollar bana bir sahne yazmış olabilirdi..
 O sokağın asfaltı, bana uzak olan ortasında bir incir ağacına ev sahipliği yapıyordu. Daracık yol, yokuş yukarı meyilleniyordu, ahşap kafeler, sağımdaki sahaf, bir ötesindeki berber dükkanı , uzaklardan gelen ud sesi, renksizlik, amaçsızlık ,sis perdesi, rüzgar, hislerim her şey ama her şey uzandıkları sessiz hayatta durmuş homurdanıyordu. Bir tek sen geçiyordun kısa topuklu ayakkabıcıklarınla bağrımdan. Yanından geçtiğin incir ağacı ve bir tek sen renklerle donanmıştınız gözlerimde. Gördüğüm kalitesiz, tonsuz ve sessiz tabloya sen karışmıştın. Tüm gri tonlar akarken bu yağlı boyada asfaltı ezen adımların yüreğimde cereyan ediyordu.
Kulaklarım, ezdiğin küçük çakıl taşının sesini, henüz doğan bebeğin, ilk nefesini alırken yanan ciğerlerinin onu ağlatması gibi bir acı hissederek duydu. Rüzgar tangodan yorulmuştu, görmediğim gülücükler dans ediyordu sanki patika sahibi yanaklarımda.
Sen beyaz tenli esmer bir afettin o şehre hükmeden, bense yeşil gözlü bir adamdım. Issız denizlerimden bir merhaba çıkartmalı mıydım sana? Ya da sen mi adımlarını bana yöneltmeliydin? Kafamn içinde puslu düşünceler çatışmaya başlamıştı bile .. Ne şanslıydım ki, düşen kar ikimizi de ıslatıyordu. Bu şehirde , bu sokakta, bu asfaltta ikimiz de aynı karda ıslanıvermiştik kimse bilmez,sen bile .. Seni yaratan Tanrı’ya mı yoksa sana mı teşekkür etmeli bilinmez hayatın renkli olduğunun bu adama hatırlatıldığı için..
Seni gördüm bir kere İstanbul’un Pazar sabahlı Kasım sonbaharının Beşiktaş’ında… Ve unutmayacağım tenini taşıyan bu İstanbul asfaltlarını .. Bir tek onlar şahit oldu farkında olmadığın aşkıma .. Ey kadın bir bilsen, o ayakkabıcıkların hala en derinlerinde saklı gözlerimin ...


Hiç tanımadığım aşkıma
Arda ERDEM




Hiç yorum yok: